22 Şubat 2010 Pazartesi

PARDON KARDEŞ FAZLA ALMIŞIM !!!

Hırsızlıkta son nokta!!!
İşine yarayan kadarını kullan gerisini çaldığın yere iade et dönemi başladıııı.
Yaşasın!!!
Artık çalınan mallarınızın yarısını geri getirecekler ne güzel değil mi????

Gazeteleri okumuş ya da sabah işe giderken haberlere şöyle yarım olsa da kulak vermişseniz biliyorsunuzdur sanırım. Duymayanlarınız için haberi anlatayım efendim: Eskişehir'de bir eve hırsız kardeş giriyor; evdeki bütün altınları götürüyor.İki gün sonra altınların yarısını, çaldığı evin kapısına poşetle bırakıyor.İçine de bir not yerleştiriyor: “İhtiyacım kadarını aldım. Kanser hastası 1.5 yaşındaki kızım için çaldım. Başka çarem yoktu. Beni affedin.” diye yazıyor notta.

Güzel yurdumun güzel insanlarından olan mağdur
kişi de çıkıp televizyona, hırsızın ne kadar onurlu bir hareket yaptığını düşünürcesine gözyaşları içinde anlatıyor.Hem de içinden hiçbir kızgınlık geçirmeden,affetmiş gibi bir yüz ifadesiyle....
Geldiğimiz noktaya inanamıyorum artık.İçinde bir mağduriyet hissettiğimiz ne varsa affeder olduk;yüreğimiz o kadar delik deşik edildi ki suç sayılanları bile görmezden gelmeye başladık.

Şu komik duruma bakar mısınız? Adam çalıp gidiyor sonra bir notla yarısını getirip bırakıyor. İhtiyacı için olduğunu,ihtiyacını karşılayan bölümünü alıp geri kalanını iade ettiğini söylüyor ''Keşke hepsini alsaydın kardeşim ilerde başka bir şey olur allah korusun orada kullanırsın ''diyeceğiz.

Bu yeni hırsızlık yöntemi tutarsa vallahi hayatımız çok değişir benden söylemesi.Düşünsenize hırsızlar aralarında ''abi dün şu evden ütü çalmıştım bizim hanım ütüleri bitirdi götürüp yerine koyayım.'' ya da ''benim çek vardı onun için şu dükkandaki kasadan para çalmıştım fazla almışım gidip yarısını yerine koyayım'' diyebilirler.

Bir gece kapınızın önünden çalınan aracınız bir süre sonra yıkanmış tertemiz bir şekilde üzerinde ''abi benim kızı gezdirdim biraz sağolasın'' yazan bir notla getirilip bırakılırsa ''olsun canım adamın ihtiyacı varmış bak geri getirdi'' mi diyeceksiniz???

Tabii aynı durum sevgiliniz ya da eşiniz için geçerli olabilir adamın ya da kadının biri ''çoktandır kimseyle sevişmedim sevgilini biraz alıyorum işim bitince bırakırım'' diye bir not bırakıp alıverirse yanınızdakini... Olmaz olmaz demeyin bir düşünün bunu....


Şimdi tam da bu noktada ülke ekonomisinden dem vurabilirim.O insanlar da ne yapsın diyip yönetime saldırabilirim.İşte burası Türkiye ne olacak bu ülkenin hali diye en geçerli klişemize de sığınabilirim...Ama benim söylemek ve dikkat çekmek istediğim konu şu ki...SUÇ SUÇTUR arkadaşlar!!!

Kimse olayı hafifletecek saçma nedenlere sığınmasın.Halkın duygularını istismar edecek sebeplerle işledikleri suçu masum göstermeye çalışmak da neyin nesi?
Zaten her konuda erozyon içerisinde olan bir toplum olarak suçları da görmezden gelmeye ya da kendine göre haklı sebeplere uydurup aklileştirirsek hiç içinden çıkamayız sonra olacakların...
Kendimize gelme zamanı geldi de geçiyor bile uyanalım artık şu ölüm uykusundan ey ahali!!!


Hamiş: Bu arada blogta yazmaya başladığımdan beri çok olumlu tepkiler alıyorum.Öncelikle takip eden,duygularını ve görüşlerini bildiren herkese çok teşekkür ediyorum bu vesileyle.Gelen yorumlardan bir iki tanesinde blog arka planıyla ilgili eleştiri vardı..Beni yansıtmadığını,biraz boğucu olduğunu ve yazıların düzgün okunmadığını söylediler.Yeni hali beğenilmiştir umarım..Deniz fenerinin ışığı denizcilere rehberlik edip,olabilecek tehlikeleri gösterip,liman girişlerini aydınlatır ya...Tek bir kişiye bile ışık olabilirsem ne mutlu bana diye düşünüyorum...Işıklı günlerde mutluluğu paylaşmak dileğiyle...

17 Şubat 2010 Çarşamba

İNANÇ KAOSU !!!

Artık herşeyi bir kenara bıraktık yaratan inancını giyinme şeklimizle ölçer olduk.Şöyle giyinirsen dini bütünsün, böyle giyinirsen ateistin tekisin.

Oysa ki şekilcilik değil miydi Kur'an ın lanetlediği?

Tapınma ve şirk koşma olmasın diye birçok şeye yasak getirmesi?

Peki nerede kaldı bu olgular?

İnsanlar şimdi bir boşlukta gezip duruyorlar,nasıl içinden çıkacaklarını bilmeden.Çünkü gerçek inananlar,bunu malzeme olarak kullanıp,din üzerinden prim yapmaya çalışan bir topluluğun çıkar çatışmaları için kurban ediyorlar kendilerini.Peki inançları bu yönde olmayanların durumu onlardan farklı mı? Hayır hiç değil!! Onlar da buna karşı çıkabilmek adına,yaptıkları savaşın nasıl bir kör döğüşü olduğunun bilincinde değiller.

Uzaktan şöyle objektif olarak bakacak olursak bana göre her iki tarafta aynı yanlışın içinde debelenip duruyor ve nasıl da zarar içinde olduklarını farketmiyorlar.

Sadece iki üç ayette neredeyse birer cümle içinde geçirilmiş bir kıyafet tanımı yüzünden koskoca kitabı atıveriyorlar bir köşeye.Hiç birisinin aklına yahu burada başka onlarca şey yazılıyor, bir de o tarafına bakalım demek gelmiyor.Yani tam da kurunun yanında yaş olanın yanma meselesi gibi.

Benim sözüm her iki tarafın çılgın savunucularına.İnanmayı bu birkaç satıra bağlayıp başörtülü değilse tanrı tanımaz deyip yaftayı yapıştırana; ya da bana ne kardeşim bu benim için ters giyimle kuşamla din mi olurmuş düşüncesiyle herşeyi tamamen yok sayana. Şöyle bir bakın birbirinize bakalım fark görebilecek misiniz? Ben hiç bir fark görmüyorum.Körü körüne sadece kulaktan dolma bilgilerle inananlar ne kadar uzaksa ,bir çırpıda okunacak roman muamelesi yapıp üstüne üstlük başvuru kaynağı olarak gören ve birkaç kez eline almış kişilere ''bir kere okuyup anlamadınız mı?'' diyerek kendince alay eden zavallılar da o kadar uzaklar aslında kitabın yazdıklarına ve aynı gemiyi yüzdürerek oynayıp duruyorlar tehlikeli sularda...

İnanç olgusu kişinin kendi iradesi ile belirlemesi gereken bir konudur.Dışarıdan müdahale ederek oluşmaz ya da oluşturulmamalıdır bana göre.Biraz ütopik olsa da din dersi yerine her dine mensup din adamlarının okullarda görev yapmalarını ve öğrencilere belli bir yaştan sonra kendi mensubu bulundukları dini anlatarak, tanrı olgusunu hangi dinde yaşamak istiyorsa onu seçmeyi salık vermelerini ve son sözü yine gence bırakmalarını düşünmüşümdür.Çünkü din,bir kan bağı ya da çeşitli fiziksel benzerlikler gibi babadan oğula geçen bir durum değildir.

İnsan kendini nasıl ve hangi şartta daha rahat hissediyorsa o şekilde inanışını belirlemelidir.Bir şeye inanıp,inanmamak insanın özgürlüğünün bir ifadesidir.Bu ezberci, dayatmacı yapı,insanları din konusundan daha da uzaklaştırmaktan başka hiç bir yere vardırmaz.Kutsal kitapların,özellikle
Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde dinde zorlamanın olmadığı, bunun yerine tavsiye ve özendirmenin önemli olduğu;inananların dinlerini karşısındakine aşağılamadan,kızmadan ya da küçük görmeden anlatmaları istenmiş ve inançla ilgili kararı o kişiye bırakmaları vurgulanmıştır.Ayrıca unutmamak gerekir ki her koyun kendi bacağından asılır.

Kutuplaşmak yerine kaynaşmayı,ayrılmak yerine birleşmeyi daha yakın hissediyorum kendime.Şöyle bir bakın son yıllarda herkes rengini belli etsin,herkes bir taraf seçsin diye sürekli körüklenen bir toplum haline geldik.Oysa birlik kuvveti doğurur ve renklerin çokluğudur o resime can veren...

15 Şubat 2010 Pazartesi

St.VALANTİNE'NİN SÜRPRİZİ

Bir 14 şubat'ı daha geride bıraktık herkese geçmiş olsun.Masrafın tavan yaptığı bugünü eğer sevgilinizin istediği gibi onu memnun ederek bitirebildiyseniz ne mutlu size,artık en birinci sevgili sizsiniz!!! taa ki bir yıl sonra aynı güne kadar.
Çiçekler,yemekler,gece bir yerlere gidip birşeyler içmeler hepsi ''ben seni çok seviyorum''kelimesini anlatabilmek için bir gösterge halini almış.Tıpkı anneler günü,babalar günü
falan filan gibi.Ticari amaçlar için kullanılan her şey iki katı;çiçeği bırakın sapının bile parayla olduğu kısacası elinize aldığınız herşey değerinin çok üzerinde sevgililere(özellikle erkeklere)tabiri-i caizse kapak yapılan bir gün.Oysa St.Valantine bunlar için değil,aşıkları gizlice evlendirdiği,onları kutsal gönül bağıyla birbirine bağladığı için öldürülmemiş miydi?

Ben birlikteliklerin başladığı günleri değerli sayarım.İnsanların karşılaştığı,o ilk bakışın,o ateşin ilk yandığı günü mucize olarak görürüm.Altı yedi milyar insanın yaşadığı bu dünya üzerinde onlarcası,yüzlercesi hatta binlercesi dururken onu bulabilmek ve hayatının bundan sonrasını onunla paylaşmayı göze alabilmek için atılan ilk adım olduğu için o günler beni daha çok etkiler.İşte bu yüzden herhangi bir duygum yoktur 14 şubatla ilgili ve yıllarca sadece sevgililerim önemsediği için onları kırmamak adına kutladım bugünü.

İki yıl önce sahne programı için gittim Kuşadası'na sonra oradan bir görüşme için İzmir'e geçtim.Randevumu aldığım yere tam saatinde ulaşmak için adresi almak adına telefon ettim gideceğim yere,sekreter hanımdan yeri tarif etmesini istedim.''Bir dakika'' diyerek beni Müdürüne bağladı.Sıcak bir ses kulağıma yayıldı ve adresi tarif etti ben sesin etkisi altına girdiğim için tam anlamadım nerede olduğunu karşı tarafta bunu farketmiş olacak ki''Ben size mesajla yerin adresini göndereyim'' dedi.Neyse uzatmayalım mesajda yazan yeri bir şekilde buldum ,zili çaldım sekreter hanım yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kapıyı açtı içeri girdim.Hemen haber verdiler geldiğimi.Müdür kapısı açıldı içeriden biri çıktı elini uzattı''Hoşgeldiniz'' dedi sıcak bir sesle elini sıktım ama uzun kaldı ellerimiz bir tokalaşma değildi sanki ne kadar öyle kaldığımızı bilmiyorum.Kendime geldim ve gösterilen yere oturdum birbirimize öyle baka kaldık yıllardır tanıyordum sanki onu hiç yabancı gelmiyordu yüzü sanki hep benimleydi bu duyguyla görüşmeyi tamamladım çıkarken yine eline uzandım yine tokalaşmanın süresini aşan bir durumla bir süre öyle kaldık hiç bir şey söyleyemedim çıkarken sadece saygımı korumaya çalışıyordum hepsi o yoksa sarılıverecektim ona orada.

Dışarı çıktım nedensiz bir şekilde büronun camına baktım o da ne!!! orada bana bakıyordu arkamdan.Elimi kaldırdım,farkında olmadan el salladı insan neden iş görüştüğü birinin arkasından bakıp el sallasın ki? bende bugüne kadar hiç böyle bir şey yapıp el sallamamıştım kimseye oysa.Karışık duygular içinde beni bekleyen araca bindim program için otele döndüm akşam sahneye çıktım ama ayaklarım yere basmıyordu çok olmuştu böyle bir duyguyu yaşamayalı sonra ondan kalan bir şeyi hatırladım odama çıkınca adresi yazdığı mesaj duruyordu telefonumda şöyle bir okudum ondan gelmiş olmasından mutlu olarak.Sonra tarih dikkatimi çekti 14 ŞUBAT yazıyordu birden irkildim sen misin o güne inanmayan!!! al sana der gibi duruyordu orada işte.

Aşıkların günü denilen o gün bizim tanıştığımız gündü ve aşık olmuştum St Valantine görevini tamamlamış iki kalbi kendi gününde birleştirmişti,İnsanların herşeyi ticarete döktükleri için uydurulmuş günlerden biri olduğuna inanan benim gibilere inat ve sanki''Hayır benim yaptıklarım doğruydu bu ruha inancını yitirme'' dercesine .Onunla paylaştığım her günü yeni bir gün heyecanıyla yaşıyorum şimdilerde ve yüzüne her baktıkça aşıklar gününe biraz daha fazla inanıyorum artık ve teşekkür ediyorum yüce yaratıcıya onu bana eş yaptığı için....

11 Şubat 2010 Perşembe

BİR TÜKÜRÜK HADİSESİ

İnternette en fazla izlenen ve show programına konuk olan öğrenci küçük kızı hepiniz seyretmişsinizdir sanırım.İşin mizahi boyutu belki herkesi güldürmüştür ama hiç yüzüne dikkatli baktiniz mi ? O küçüğün sözlerindeki öfkeyi farkettiniz mi? Evet minik bir ağızdan çıktığı için belki komik gelebilir hepimize ama hiç de şaka yapmıyordu o.Bunları söylerken içinde yanan kocaman ateşi yüzümüze haykırıyordu adeta.

Öyle bastırılmış duygular beni hep korkutmuştur.Böyle büyüyen biri ileride gücü eline aldığında nasıl bir kişiliğe dönüşecek diye hep düşünürüm genel olarak.Büyüdüğünde sert bir yapıya sahip olur,çünkü küçükten kavrulmuştur yüreği.

Babasının ne kadar zor şartlarda çalıştığı,annesinin nasıl evi ayakta tutmak için çabaladığını gördükçe daha da katılaşır.Belki utancından devlet büyüğünün önünde sessizce duruyordu, başı önde ama yüzüne bakınca anlıyordunuz eline verilen ufak hediye torbalarının onu ikna etmediğini ve konuşsa ağzıdan kalıbına tükürmekten de daha ağır sözlerin çıkacağını...

Sınıfındaki videoda gösterdiği yırtık ayakkabısına,alamadıklarına,giyemediklerine,
yaşayamadıklarına isyan vardı sözlerinde.Aslında hayatın adaletsizliğine isyandaydı ve tabii bu durumdan kurtulmanın yolunun çalışmaktan geçtiğini biliyordu ya da öyle sanıyordu;derslerinde başarılı olan herkesin ilerde büyük adam olacağı öğretilmişti ona;oysa hayat derslerinde başarılı olanları bile nasıl eziyordu bunu daha bilmiyordu.

Okul okumanız yetmez!! Hangi okulda okuduğunuz sorulur işe girerken.Bırakın başka okuldan mezun olmanızı,istedikleri bölümü bitirmiş bile olsanız,okul isimleri önemlidir onlar için.Sizi tercih ederlerken o okul eğer istedikleri gibiyse, bu sefer liseyi nerede bitirdiğinize bakarlar.Eğer özel bir kolejde okumuşsanız bir üst sırayı kapmışsınız demektir, diğer başvuruların içinde.
Tabii dil önemlidir!! Bir tane bilmeniz sıkıntı yaratır.İki tane daha şık gözükür, üç dil biliyorsanız tadınızdan yenmezsiniz onlar için.
Sonra tecrübe önemlidir!! Saçma sapan bir iş için bile beş senelik iş deneyimi isterler ve bunların hepsi için bazen yirmibeş yaşını geçmemiş olmanız gerekir.Özellikle bir erkek için askerlik dahil hiç kalmadan okusa bile yirmibeşinde bunların hepsini nasıl yapabileceğini bilmeden isterler.Oysa bu donanımları çalışanlarında ve müdürlerinde görmek isteyen patronların çoğu ilkokul bile bitirmemiştir. Ama olsun onlar yine de isterler kendi egolarını tatmin etmek için..

Şimdi gelin çıkın işin içinden..Hiç okumadan ne iş olsa yapıp oraya buraya çarpa çarpa büyüyüyerek bir şekilde patron mu olsak;yoksa okullarda dirsek çürütüp böyle patron olmuş kişilerin çalışanı mı? Sanırım en iyisi biz de o küçüğün öfkesine uyup böyle yaman çelişkinin kalıbına tükürelim gitsin...

10 Şubat 2010 Çarşamba

AYNI DENİZİN KIYISI

''Aman Adanalı'''yı da komşu sahiplendi!!

Bu haberle şöyle bir irkildik!! Yine bir şeyi kendilerine döndürüp,bizim diye çıkıverdiler ortaya; hınzır komşular diye.Neymiş Aman Adanalı şarkısına Yunanca sözler yazıp söylemeye başlamışlar.Hadi savaş çıkaralım.Hadi yiyelim birbirimizi, o senindi bu benimdi diye. Gözlerimizi oyalım ne dersiniz?

Haberi hazırlayanlar sanırım bunu istemiş olacaklar ki anafikrin böyle olduğu bir metin hazırlamışlardı,şarkıyı dinletikleri haberin altına.Neyse ki bizlerin uğraşacağı daha önemli gündem maddeleri olduğundan, aradan sıyrılamadı çok ilgilenemedik bu haberle yoksa görürdü onlar gününü...

Aynı denizin kıyısı olan iki ülkenin birbirinden etkilenmesi neden böyle algılanır hiç anlamıyorum.Yıllarca her iki tarafta körükledi bu ateşi.O taraf sahip olduklarını yitirmenin acısıyla, bu taraf kazandıklarına sahip çıkıp koruma içgüdüsüyle yedi durdu birbirini. Oysa gidenler bilir bizler halk olarak çok benzeriz birbirimize.Sokaklarına çıktığınızda sanki İstanbul'da bir semtte olduğunuzu sanırsınız Atina'da çiçekçiler,dilenciler,cam siliciler,sokak satıcıları sanki kopyalanmış gibidir kavgalar bile birbirine benzer sokaklarda.Aynı şeylerden zevk alırız:müzik severiz,alkol severiz,gürültülü eğlenceler,kalabalık aileler severiz.Hükümet politikaları yüzünden evlerinden göçe zorlanmış yüzlerce mübadil gözyaşlarını tutamaz doğduğu toprakları düşününce; Niko Ayvalık'tan Ahmet Selanik'ten bahseder oysa, yani birbirine karışmış bir topululuktur aslında.Her iki tarafta göçerken diğer tarafa, yanında götürmüştür elbette o güne kadar öğrendiklerini.Bu yüzden benzer yanlarımız çoktur biz suyun kaynağını ayırmaya çalışırken karışmıştır oysa ki onlar koskoca Ege'ye.

Herşeye bu benimdir demek acizliktir ,her iki tarafta da böyle yapanlar acz içinde dönüp duruyorlar bana göre.Oysa kültürü öğrenip onu geliştirmek, onun üzerine birşeyler eklemektir sahip çıkmak.Ancak bu şekilde yaşar ve gelecek nesillere aktarılır. Bunun en iyi örneklerinden biri kahvedir.Kahve ağacının yetişmediği bir ülke olmamıza rağmen Türk Kahvesi diye adlandırılan bir içeceği dünyaya sevdirmiş ve adının böyle anılmasını sağlamışızdır.
Adına methiyelerin düzüldüğü bir efsaneye dönüştürmeyi sahip çıkarak ve geliştirerek elde etmiş bir toplum olarak benzerliklerden neden bu kadar sıkıntı yaşıyoruz anlamak gerçekten çok zor.

Yıllarımı folklor araştırmaları ile geçirmiş biri olarak,bir dönem bu güdümlü düşünceye sahip olduğumu görünce,ne kadar hata yaptığımı farkediyorum.Son yıllarda özellikle greek müziği keşfedip,icra edip, o kültürün içine girdikçe bunu çok iyi anladım.Onca yıl birlikte yaşamış bir toplumun birbirinden etkilenmesi kadar doğal ne olabilir ki? Üzümler birbirine bakarak kararmış işte.Müzik denen evrensel kültür de bu durumdan nasibini alacaktır elbette.Bugün herkesin diline marş olan birçok Serdar Ortaç parçasının Yunanca olduğu gerçeğini unutmadan eleştirileri yapmak, bunlardan düşmanlık yerine dostluğu öne çıkartmak bizlere yakışır.

3 Şubat 2010 Çarşamba

ŞİKAYETİM VAR!!!!

Seçme özgürlüğü birey olmanın en önemli kurallarından biri.Kendi kararlarını almak o kararları uygulamak,iyi ya da kötü sonuçlarına katlanmak bizlerin özgür iradesi altında.Peki her konuda böyle özgür müyüz? Yani hepsi bize mi ait seçtiklerimizin?

Okurken şöyle bir durduğunuzu sanıyorum ve içinizden o ne demek öyle dediğinizi duyar gibiyim.Evet doğarken birileri sizin için karar vermiştir çoktan belki de bütün yaşamınız boyunca taşıyacağınız ve bunun için üstünde hiç düşünmediğiniz iki şey siz dünyaya geldiğinizde hazırdır.Biri 'adınız' diğeri 'dininiz'.Ve her ikisini de seçmediğiniz halde onlarla yaşamak sizi çoğunlukla rahatsız etmez.Oysa siz seçmemişsinizdir ikisini de ama belki de en önemli seçimlerimizi başka ellere teslim ediyoruz çaresizce,tabii memnun olmadığınızı değiştirmek öyle kolay da olmuyor hani...

Bakın şimdilerde yeni bir konu gündemimize bomba gibi düşmek üzere, hatta düştü bile. A.İ.H.M yeni bir karar almak için kolları sıvadı;
şu nüfus cüzdanlarındaki din ibaresini kaldırmak için.Gerçekten çok su kaldıracak bir konu bu.Belki de din olgusunun bir kimlik olmadığı,insanın yüce yaratanla arasında kurduğu bağın,nasıl olması gerektiğini kimseye açıklamak zorunda kalmaması, hele de bunu nüfus cüzdanında açıklamaması yönünde bir iyi niyet taşıyacaksa; sanırım kimse bundan bir rahatsızlık hissetmeycektir.İlerleyen günlerde konu daha iyi ortaya çıkacak hepimiz tartışır hale geleceğiz sanırım.

Durun yahu ! başka şeyler yazacağım derken yine nerelere girdim.İşte dilin kemiği olmayıp,yazanın da çenesi düşük olunca girizgah böyle uzayıp gidiyor.Oysa ben şu isimlerle ilgili bölümü yazacağım diye oturdum klavye başına..

Özellikle son zamanlarda unisex olan ismimle ilgili son derece sıkıntı yaşıyorum. İnternet hayatımıza girmeden daha iyiydi.Ancak hele Facebook'tan sonra iyice zıvanadan çıktım.Oynayanlarınız bilir Face'de okey var.Arasıra oynamaya çalışıyorum,kafa dağıtmak için. Belli bir puanının üzerine kadar resminiz çıkmadığından sıkıntılar oluyordu.Aa sen kız değil misin falan filan... Eee sonra,puan hatırı sayılır bir duruma geldi; resim çıktı ne farketti? Hiç bir şey !!! Hatta daha kötü oldu.Sorular bu sefer resimdeki kim şekline girdi o benim diye cevap verince de hadi canım artist çakması gibi sözleri hazmetmeye başladım ve bir de üstüne çıkma teklifleri almaz mıyım!!!
Varın siz düşünün ne duruma düştüğümü.

Bu arada hemcinslerimin ne kadar yapışkan,sulu ve tacizkar olduğunu bir kere daha anladım.Vallahi hanımlar işiniz zor gerçekten bu adamlara tahammül etmek sağlam bir sinir istiyor.

Annem de radyo tiyatrosu döneminde dinleyip sesinden etkilendiği Burçin Oraloğlu'nun(Üstelik o da aslan gibi bir erkek!) ismini bana verirken seçiminin benim hayatımdaki etkilerini bilemezdi...of offf

Gidip değiştirmek istesem bir sürü aşılması gereken bürokratik işlem ,tabii bunun yanında 'kırk yıllık Kani olur mu Yani' durumu yüzünden insanlara vereceğim cevap, daralmamak elde değil...

Allah Döne'lere,Yeter'lere, İmdat'lara,Satılmış'lara yardım etsin

1 Şubat 2010 Pazartesi

İZMİR EFE'Sİ...!!!

Çevremizdeki her şey bir model alınarak şekillendirilmiştir.Mesela çoğu ev Amerikan stili döşenir ya da Fransız modeli mobilyalar süsler
evin yemek odasını.Barok tarzı mimari hüküm sürer saraylarda.Saçımızı şu ünlü gibi kestirir, bu artist gibi konuşur,şu abi ya da bu abla gibi davranırız;
taa ki kendi tarzımızı bulana kadar.
Ancak model aldığımız kim varsa onlardan esintileri taşırız ömrümüz boyunca.

Bende birçok insanı gözlemleyerek onlardan kimleri model almam gerektiğini düşünerek başladım gençliğime.En çok da ondan etkilendim sanırım.
O İzmir Efesi'nden....

Anne tarafından akrabayız onunla ama önemli değildir insanların yakın olduklarını hissetmek için kan bağının mesafesi.İşin içine menfaatler girdiğinde en yakın diye nitelendirilen kan bağlarının,nasıl da düşman olduklarını iyi bilenlerdenim.
Böyle zamanlarda içim acır, ağlamaklı olur,
sinirle karışık bir üzüntü duyarım yüreğimde.
Tıpkı onun gibi.

Ondan öğrendiğim erdemlerin başında belki de bu gelir.Hiç sevmez insanların küs kalmasını hele akrabalarsa.Sımsıkı kenetlenmiş bir aile olsun ister,çünkü zor zamanlarda insanın sığınacağı en güvenli limanın aile olduğunu düşünür ve bana da ondan geçmiştir bu,ailenin hayattaki en önemli olgu olma duygusu.

Aramızda onca yaş farkı olmasına rağmen genç kalmıştır aklı ve yüreği.Her konuyu konuşabilme rahatlığı yaşarsınız onunla.Sohbet ederken sıcacık, içten, halden anlayan bir tavrı vardır.Öyle bir mesafeyle durur ki karşınızda yakası açılmadık bir konu bile konuşsanız,farkında olmadan saygı duyarsınız .Aynı zamanda sizden büyük olduğunu,tecrübeli olduğunu öyle güzel hissettirir ki size;yüzünüze vurmaz,düşüncelerinize saygı gösterir.
Asla sizi aşağılamaz, ne kadar saçma
olsa da söyledikleriniz bir birey olduğunuzu
hiç aklından çıkarmadan dinler,hatanızı sürekli başınıza kakmaz rahatsınızdır onun yanında.

Aşk adamıdır!! Gönlü bir kadına otuzbeş yıldır sadık kalmış,onsuz yaşamayı hiç düşünmemiş,kocaman yürekli bir aşk adamı.Doğru bildiğini savunur sonuna kadar.Başına ne gelecekse gelsin vazgeçmez.İnatçılık değil!!! Kararlılıktır O'nun yaptığı.

Öyle kuru gürültüye de pabuç bırakmaz.
Hani derler ya 'koydumu oturtan' cinsten ama yine de bunu en sona saklar.Çünkü uzlaşmacı olmayı sever sıkı hümanisttir.
Damarına basmazsanız göremezsiniz o tavrını,
üzüldü mü gözyaşları akıverir yanaklarından çünkü bilir erkekliğin gözyaşıyla değil yürekle olduğunu.

Evlatlarıyla arkadaştır,dosttur,sırdaştır
belki suç ortağıdır bazen.
Ama yeri geldi mi arkalarında dağ gibi bir babadır.
Kadeh tokuşturmayı da sever çocuklarıyla eee İzmir'lidir.Hem de Karşıyaklı'sından.Rakıyı öyle güzel içer ki, anlamazsınız kaç şişeyi birlikte bitirdiğinizi.Kısacası adam olma yolunda bana örnek teşkil eden bir keyif adamıdır

Şöyle bir düşünün kendi aldığınız modeli ve bir bakın ondan size kalanlara.Eğer sizi mutlu ediyor ve kabul görüyorsa kişiliğiniz toplumca ,Hayat yolunuzda size kattıkları için teşekkür edin eğer fırsatınız varsa ona ,işte şimdi benim yaptığım gibi.

Teşekkür ederim sevgili abim yolumda yürürken bana kazandırdıkların için...

Selam olsun İzmir Efe'si sana....!!