5 Mart 2010 Cuma

BİR ÇOCUK DEĞİŞİR TÜRKİYE DEĞİŞİR


Hepimize zaman zaman gelen maillerde ya da paylaşım sitelerindeki belgesel niteliğinde yapılmış haber programlarında bazı güçlerin,insan hayatında nasıl yavaş yavaş bir şeyleri yok ettiğini özellikle insanları birbirinden uzaklaştırarak yalnızlaştırmaya çalıştıklarını seyrettikçe,tüylerim ürperiyor.Yalnız,çevresinden kopuk,sosyalleşmeyi internet ortamı sanan,dışarısının tehlikelerle dolu bir ortam olduğunu düşünerek evinden dışarı çıkmayan bir birey olmamız için adeta teşvik ediliyoruz.

Ben yıllar önce yaptığımız partileri,okul çaylarını,disko için sıra beklediğimiz ya da konser için bilet almaya çalıştığımız günleri özledim.Hayatımız teknoloji ile ne kadar kolaylaşıyorsa bir o kadar da kısıtlanıyor aslında.Herşeyi elimizin altında bulmak bizi tembelleştirip daha da içe kapanık olmamıza neden oluyor.Tabii bu kendine dönüş bizi sosyal ortamdan uzaklaştırıp,yardım etme duygumuzu da köreltiyor.Oysa yardıma muhtaç biri için yaptığınız en ufak çalışmanın size nasıl da huzur verdiğini bir düşünün.İlla yardım için deli gibi oradan oraya koşun demiyorum elbette küçük şeyler bile hem orada bir gönlü mutlu eder hem size bir sosyalleşme,toplumdan kopmama ve insan ilişkisi sağlar.

Bunun en güzel örneklerinden birini yazılarını severek takip ettiğimiz artık ailemizden biri gibi olan Hürriyet Gazetesi yazarlarından
sevgili Yonca Tokbaş yapıyor.

Antalya'da RUNTALYA 2010 koşusunda, "ADIM ADIM" oluşumu ile beraber TEGV’nin ‘Bir Çocuk Değişir, Türkiye Değişir.’ kapsamında, “MİDYAT’A ADIM ADIM” Midyatlı Çocukların Eğitimine Destek Projesi için 10 km. koşacak.Onun ve diğer katılan kişilerin koşması için yapılacak her 60 tl'lik bağışla 1 ÇOCUK 1 yıl boyunca TEGV Mardin Midyat Öğrenim Birimindeki faaliyetlerden faydalanabiliyor.
İşte size insanı huzura erdiren bir paylaşım...
Adını bile bilmediğiniz bir insan için yapacağınız bu tip bir yardımın,
size vereceği mutluluğu bir düşünün.Bağış için paranız mı yok olsun zaten yardım deyince illa para vereceğiz diye birşey yok.Bunun gibi birçok oluşum var içinde yer alıp yardıma ihtiyacı olanların birebir yanında olacağınız.Elinizin altında internet denizi varken böyle bir faaliyeti biraz araştırarak bulabilirsiniz.


Teknoloji güzelliklerin yanında bize yalnızlaşmayı getirse de işte bu ve buna benzer bir çok faaliyetle,hayata sıkı sıkı tutunmayı ve yaşadığımız toplumun bir parçası olduğumuzu hissetmeyi başarabiliriz.


Bu arada eğer sevgili Yonca Tokbaş'ın bu yardım koşusuna bağış yapmak isterseniz diye bilgileri veriyorum:

Nasıl Bağış Yapabilirsiniz?
Bağışları aşağıdaki TEGV hesap numaralarına E.F.T. veya havale yapabilirsiniz. AAO, bağış toplama işleminde aracı konumda değildir. Sadece yapılan bağışların hangi sporcu adına yapıldığını STK ile işbirliği içerisinde kontrol etmektedir.

DİKKAT!
Bağış yaparken:
* Gönderinin "Açıklama" kısmını lütfen boş bırakmayın.
* ADIM ADIM OLUŞUMU'nun kısa adını (AAO) ve AAO için desteklediğiniz gönüllü koşucunuzun, yani benim adımın baş harfini (Y)ve soyadımı (TOKBAŞ), kendi adınızı ve soyadınızı yazın.
EFT için Örnek açıklama: AAO, YTOKBAS, KENDİ ADINIZ SOYADINIZ
Böylelikle; benim adıma toplanan bağış miktarını ve TEGV için ADIM ADIM adına toplanan bağış miktarını takip etme imkanım olacaktır.
TEGV BANKA HESAP NUMARALARI
BANKA ADI :YAPI KREDİ BANKASI (TL) ( 0067 )
ALICI ADI :TÜRKİYE EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI
ŞUBE :HARBİYE ÖZEL BANKACILIK MERKEZİ (00391)
HESAP NO :7997892
IBAN : TR890006701000000007997892
SWIFT KOD : YAPITRIS
BANKA ADI :İŞBANKASI (USD) (0064)
ALICI ADI :TÜRKİYE EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI
ŞUBE :BEYLERBEYİ (1136)
HESAP NO :377337
IBAN : TR13 0006400000211360377337
SWIFT KOD : ISBKTRIS
BANKA ADI :İŞBANKASI (EURO) (0064)
ALICI ADI :TÜRKİYE EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI
ŞUBE :BEYLERBEYİ (1136)
HESAP NO :381861
IBAN : TR85 0006400000211360381861
SWIFT KOD : ISBKTRIS
İLETİŞİM
Arzu Özdemirci: arzuo@tegv.org ,
Feyziye Günaydın: feyziyeg@tegv.org



Hamiş:Artık çok geç oldu diye düşünmeyin.Gün içerisinde hala bağış yapabilirsiniz.Ama maddi durumum şu anda buna müsade etmiyor deyip de hayıflanmayın lütfen.Pazar sabahı kalkın pencerinizi açın ve derin bir nefes alıp 'koş Yonca koş' diye bağırın.Eminim ki seslerimiz O'na ulaşacak.Ve O bu güçle 10 km nin hakkından gelecek..

4 Mart 2010 Perşembe

BÖYLE SANATÇI OLUNMAZ...!!!

Sabah haberlerde manşet:Tarkan 4 gün boyunca gözaltında Mesnevi okudu...
Flaş flaş flaş!!!
Şok şok şok !!!
Amanın ne önemli bir durum aferin Tarkan'a.
İlkokul bitirmeden üniversite okumak gibi bir durum ama olsun yakışır kardeşime...

Nedense hepsi bir şekilde içeri girince ya Kur'an-ı Kerim'i hatim ediyorlar ya Mesnevi'yi ya da çıkınca türbelere koşuyorlar etraflarında kameralarla.Farkında olmadan biz inançsızdık,oralarda anladık yaratanın olduğunu der gibi garip,tövbekar bir tutumun içine giriyorlar.Ne yapalım zararın neresinden dönsen kar demişler....

Türk insanı bir çok meslek dalıyla olduğu gibi sanatla olan ilgisini de bir türlü düzgün oturtamadığından ortada ''sanatçı'' adıyla bir topluluk ve buna dayalı olmak üzere oluşmuş bir kirlilik var.Farkındaysanız birçok mesleğin adı çağa ayak uydurdu mesela; tezgahtar yerini satış danışmanına,çöpçü temizlik elemanına,kapıcı apartman görevlisine dönüştü.Tabii sanat bundan etkilenmezse olmazdı.Bir anda kapısı kalabalıklaştı onun da.Ülke de ne kadar şarkıcı,çalgıcı,dansöz,oyuncu varsa doldu içeriye ve o da nasibini aldı insan denen kompleks yumağı varlığın egosundan....

Tabii adları ''kendilerine göre'' sınıf atlayınca bir anda duruşları,konuşmaları kısacası şekilleri değişti ve toplum ağızlarının içine bakmaya,onlarda birşeyler anlatmaya çalıştı.Kimi ''mağaradan geldim'' dedi gözlerinde herkesi aşağılayan ama dilinde ezik edebiyatı yapan tarzıyla.
Kimi ''beni sizler yarattınız'' kimi de ''fem-i muhsin'' ağzını açıp,Türkçe de yeri olmayan onca arapça sözü, bir de üstüne üstlük yanlış telaffuz ederek kendini kaliteli ve okumuş göstermeye çalıştı.Hepsinin ortak olduğu''fazla tevazu yüksek kibirden gelir''tavrıydı oysa ki. Bununla birlikte çoğu bu yükün altında ezilirken alkol,uyuşturucu içinde aradılar çıkışı.
Kolay değildi tabii ''sanatçı'' olmak. Bunu bir gereklilikmiş,yaratıcılığın ve sunuşun bir parçasıymış gibi gördüler,kendilerin de olmayan yaratıcılık gücünü başka türlü kamufle edebilmek için.

Çünkü sanat yaratmanın başka bir adıdır.Topu topu yedi sekiz notadan koskoca bir konçerto çıkarabilmek,renkleri karıştırıp bir tablo yapabilmek,eline kalemi alıp boş kağıda bir roman ya da bir şiir döktürebilmektir.Ve hepsi biliyorlardı bu yeteneklerin onlarda olmadığını.Yüce yaratan onlara sadece ''İcra'' kabiliyeti verdiği için güzeldi sesleri ya da güzel bacaklı yaratıldıkları için iyiydi duruşları ve kıvrak oldukları için dans ettiklerinde herkesin hayranlığını topluyorlardı.

Birgün şapka düştü kel göründü!!! Kahvaltı sofrasında biri sadece egosuna yenik düşerek ve aklında kendi duruşundan başka hiç bir şey olmadığından''Ben neden geçemiyorum V.I.P'den'' deyiverdi neden orada olduğunu unutarak,bir başkası kameralara uzun uzun cümleler kurdu önemli sayılıp oraya davet edildiği için;lakin ne dediği anlaşılamadı.Çünkü böyle önemli olacağı hiç aklına gelmediğiden kitap kapağı bile kaldırmamıştı hayatında.

Elbette icra edebilmek çok önemli bir meziyettir.Herkes yapamaz onca insanın karşısına geçip yeteneklerini sergilemeyi.Ben sadece ''sanatçıyım'' diyene bayrak açıyorum.Bir şeyi yoktan var etmemiş,yaptığı işi sanatla karıştıran ve tabii bir de bu insanlara hayranlık besleyip onları yücelten topluluğa. Ben de icra eden biriyim bana verilen yetenekle ama sanatçı olmak ayrı bir durum.

Bırakın bu kompleksi sevgili meslektaşlarım..
Şarkıcıyım,dansözüm,oyuncuyum çalgıcıyım deyin gururla.İcra etmenin de bahşedilmiş bir meziyet olduğunu hissedin tüm kalbinizle.Emin olun büyük bir rahatlama ve mutluluk hissedeceksiniz içinizde.Ve bu özgüvenle çok daha başarılı işlere imza atacaksınız,kötü alışkanlıklardan uzak durarak hem de :) Böylece ruhunuzu yaradana yaklaştırmak için içeri girmeye gerek kalmayacak hem de sadece kafa güzelken yeteneklerinizin ortaya çıkmadığını anlayacaksınız...

3 Mart 2010 Çarşamba

GÖRME ALANI

Çoktandır bir şeyler yazmıyordum.Hayır!! aklıma gelmediği için ya da düşünmediğimden değil,sadece içimden gelmiyordu.Öyle bir aylaklık içinde tatilde gibiydim.Oysa bir sürü şey oldu bu süre içinde ama boşver dedim kendi kendime bunları da görmeyiver gitsin.

Görmek deyince geçenlerde gözümde bir ağrı hissettim ve doktara gittim.Çok uzun yıllardır gözlüklü bir adam olarak alışkın olduğum bir yerdir göz doktorlarının muayenehaneleri.Ama bu sefer biraz korktum aslında.Çünkü hissettiğim şey biraz farklıydı.Doktor kısa bir kontrolden sonra bazı testlerin yapılması gerektiğini ve ancak bunların sonunda karar verilebileceğini söyledi.Test günü geldi çattı beni bir karanlık odaya aldılar,bir gözümü kapattıktan sonra diğeriyle önümde duran kutunun içine bakmamı ve oradaki sarı ışığa odaklanmamı,gözümü ayırmadan ışığa bakarken belli aralıklarla çakan başka küçük ışıkları her hissettiğimde,elimdeki butona basmamı söylediler.Her bir göz için 15 dakikalık bu testin sonunda görme alanını ölçerek bir noktaya bakarken etrafta olan diğer şeyleri görüp görmediğimi tespit ettiler.

Test bana at gözlüğü ile hayata bakıp duyarsızca kendi isteklerini yapmaya çalışan,kendi idealleri uğruna çevrelerinde olan bitene kulak tıkayıp,hedeflerinin peşinde koşan ve bu uğurda herkesi bir basamak,herşeyi kendini istediği noktaya getirmek için bir araç gören insanları hatırlattı.Yaşadığımız şu dönemde bu duyguyu güdenlerin ne kadar çoğaldığını farkettim.Şöyle bir bakarsanız olaylar da insanları buraya taşıyor.Bencil,duygusuz ve materyalist oluyoruz giderek.Kendimizden başka hiç bir şeyi umursamadan yaşamaya endekslendik adeta.Ne olursa olsun bu düşünceden bir an önce sıyrılmamızın,toplum bilinciyle hareket etmemizin ve bizi yükseltecek ruhun bunun içinde gizli olduğunu hatırlamızın zamanıdır şimdi.

Bir hedef belirlemek ve ona ulaşmak için çalışmak öncelikli amacımızdır elbette ama bunu etrafımıza kulaklarımızı tıkamayarak,tıpkı o testte istedikleri gibi hedefe bakarken diğer küçük şeyleri de görerek yapmalıyız bence.Unutmayalım ki yaşam birlikte olduğunda güzeldir.

Hamiş:
Test sonunda ne oldu diye sorarsanız? Doktor 'siz de daha çok iş var turp gibisiniz gözünüzden hiç bir şey kaçmıyor neredeyse' dedi...:))

22 Şubat 2010 Pazartesi

PARDON KARDEŞ FAZLA ALMIŞIM !!!

Hırsızlıkta son nokta!!!
İşine yarayan kadarını kullan gerisini çaldığın yere iade et dönemi başladıııı.
Yaşasın!!!
Artık çalınan mallarınızın yarısını geri getirecekler ne güzel değil mi????

Gazeteleri okumuş ya da sabah işe giderken haberlere şöyle yarım olsa da kulak vermişseniz biliyorsunuzdur sanırım. Duymayanlarınız için haberi anlatayım efendim: Eskişehir'de bir eve hırsız kardeş giriyor; evdeki bütün altınları götürüyor.İki gün sonra altınların yarısını, çaldığı evin kapısına poşetle bırakıyor.İçine de bir not yerleştiriyor: “İhtiyacım kadarını aldım. Kanser hastası 1.5 yaşındaki kızım için çaldım. Başka çarem yoktu. Beni affedin.” diye yazıyor notta.

Güzel yurdumun güzel insanlarından olan mağdur
kişi de çıkıp televizyona, hırsızın ne kadar onurlu bir hareket yaptığını düşünürcesine gözyaşları içinde anlatıyor.Hem de içinden hiçbir kızgınlık geçirmeden,affetmiş gibi bir yüz ifadesiyle....
Geldiğimiz noktaya inanamıyorum artık.İçinde bir mağduriyet hissettiğimiz ne varsa affeder olduk;yüreğimiz o kadar delik deşik edildi ki suç sayılanları bile görmezden gelmeye başladık.

Şu komik duruma bakar mısınız? Adam çalıp gidiyor sonra bir notla yarısını getirip bırakıyor. İhtiyacı için olduğunu,ihtiyacını karşılayan bölümünü alıp geri kalanını iade ettiğini söylüyor ''Keşke hepsini alsaydın kardeşim ilerde başka bir şey olur allah korusun orada kullanırsın ''diyeceğiz.

Bu yeni hırsızlık yöntemi tutarsa vallahi hayatımız çok değişir benden söylemesi.Düşünsenize hırsızlar aralarında ''abi dün şu evden ütü çalmıştım bizim hanım ütüleri bitirdi götürüp yerine koyayım.'' ya da ''benim çek vardı onun için şu dükkandaki kasadan para çalmıştım fazla almışım gidip yarısını yerine koyayım'' diyebilirler.

Bir gece kapınızın önünden çalınan aracınız bir süre sonra yıkanmış tertemiz bir şekilde üzerinde ''abi benim kızı gezdirdim biraz sağolasın'' yazan bir notla getirilip bırakılırsa ''olsun canım adamın ihtiyacı varmış bak geri getirdi'' mi diyeceksiniz???

Tabii aynı durum sevgiliniz ya da eşiniz için geçerli olabilir adamın ya da kadının biri ''çoktandır kimseyle sevişmedim sevgilini biraz alıyorum işim bitince bırakırım'' diye bir not bırakıp alıverirse yanınızdakini... Olmaz olmaz demeyin bir düşünün bunu....


Şimdi tam da bu noktada ülke ekonomisinden dem vurabilirim.O insanlar da ne yapsın diyip yönetime saldırabilirim.İşte burası Türkiye ne olacak bu ülkenin hali diye en geçerli klişemize de sığınabilirim...Ama benim söylemek ve dikkat çekmek istediğim konu şu ki...SUÇ SUÇTUR arkadaşlar!!!

Kimse olayı hafifletecek saçma nedenlere sığınmasın.Halkın duygularını istismar edecek sebeplerle işledikleri suçu masum göstermeye çalışmak da neyin nesi?
Zaten her konuda erozyon içerisinde olan bir toplum olarak suçları da görmezden gelmeye ya da kendine göre haklı sebeplere uydurup aklileştirirsek hiç içinden çıkamayız sonra olacakların...
Kendimize gelme zamanı geldi de geçiyor bile uyanalım artık şu ölüm uykusundan ey ahali!!!


Hamiş: Bu arada blogta yazmaya başladığımdan beri çok olumlu tepkiler alıyorum.Öncelikle takip eden,duygularını ve görüşlerini bildiren herkese çok teşekkür ediyorum bu vesileyle.Gelen yorumlardan bir iki tanesinde blog arka planıyla ilgili eleştiri vardı..Beni yansıtmadığını,biraz boğucu olduğunu ve yazıların düzgün okunmadığını söylediler.Yeni hali beğenilmiştir umarım..Deniz fenerinin ışığı denizcilere rehberlik edip,olabilecek tehlikeleri gösterip,liman girişlerini aydınlatır ya...Tek bir kişiye bile ışık olabilirsem ne mutlu bana diye düşünüyorum...Işıklı günlerde mutluluğu paylaşmak dileğiyle...

17 Şubat 2010 Çarşamba

İNANÇ KAOSU !!!

Artık herşeyi bir kenara bıraktık yaratan inancını giyinme şeklimizle ölçer olduk.Şöyle giyinirsen dini bütünsün, böyle giyinirsen ateistin tekisin.

Oysa ki şekilcilik değil miydi Kur'an ın lanetlediği?

Tapınma ve şirk koşma olmasın diye birçok şeye yasak getirmesi?

Peki nerede kaldı bu olgular?

İnsanlar şimdi bir boşlukta gezip duruyorlar,nasıl içinden çıkacaklarını bilmeden.Çünkü gerçek inananlar,bunu malzeme olarak kullanıp,din üzerinden prim yapmaya çalışan bir topluluğun çıkar çatışmaları için kurban ediyorlar kendilerini.Peki inançları bu yönde olmayanların durumu onlardan farklı mı? Hayır hiç değil!! Onlar da buna karşı çıkabilmek adına,yaptıkları savaşın nasıl bir kör döğüşü olduğunun bilincinde değiller.

Uzaktan şöyle objektif olarak bakacak olursak bana göre her iki tarafta aynı yanlışın içinde debelenip duruyor ve nasıl da zarar içinde olduklarını farketmiyorlar.

Sadece iki üç ayette neredeyse birer cümle içinde geçirilmiş bir kıyafet tanımı yüzünden koskoca kitabı atıveriyorlar bir köşeye.Hiç birisinin aklına yahu burada başka onlarca şey yazılıyor, bir de o tarafına bakalım demek gelmiyor.Yani tam da kurunun yanında yaş olanın yanma meselesi gibi.

Benim sözüm her iki tarafın çılgın savunucularına.İnanmayı bu birkaç satıra bağlayıp başörtülü değilse tanrı tanımaz deyip yaftayı yapıştırana; ya da bana ne kardeşim bu benim için ters giyimle kuşamla din mi olurmuş düşüncesiyle herşeyi tamamen yok sayana. Şöyle bir bakın birbirinize bakalım fark görebilecek misiniz? Ben hiç bir fark görmüyorum.Körü körüne sadece kulaktan dolma bilgilerle inananlar ne kadar uzaksa ,bir çırpıda okunacak roman muamelesi yapıp üstüne üstlük başvuru kaynağı olarak gören ve birkaç kez eline almış kişilere ''bir kere okuyup anlamadınız mı?'' diyerek kendince alay eden zavallılar da o kadar uzaklar aslında kitabın yazdıklarına ve aynı gemiyi yüzdürerek oynayıp duruyorlar tehlikeli sularda...

İnanç olgusu kişinin kendi iradesi ile belirlemesi gereken bir konudur.Dışarıdan müdahale ederek oluşmaz ya da oluşturulmamalıdır bana göre.Biraz ütopik olsa da din dersi yerine her dine mensup din adamlarının okullarda görev yapmalarını ve öğrencilere belli bir yaştan sonra kendi mensubu bulundukları dini anlatarak, tanrı olgusunu hangi dinde yaşamak istiyorsa onu seçmeyi salık vermelerini ve son sözü yine gence bırakmalarını düşünmüşümdür.Çünkü din,bir kan bağı ya da çeşitli fiziksel benzerlikler gibi babadan oğula geçen bir durum değildir.

İnsan kendini nasıl ve hangi şartta daha rahat hissediyorsa o şekilde inanışını belirlemelidir.Bir şeye inanıp,inanmamak insanın özgürlüğünün bir ifadesidir.Bu ezberci, dayatmacı yapı,insanları din konusundan daha da uzaklaştırmaktan başka hiç bir yere vardırmaz.Kutsal kitapların,özellikle
Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde dinde zorlamanın olmadığı, bunun yerine tavsiye ve özendirmenin önemli olduğu;inananların dinlerini karşısındakine aşağılamadan,kızmadan ya da küçük görmeden anlatmaları istenmiş ve inançla ilgili kararı o kişiye bırakmaları vurgulanmıştır.Ayrıca unutmamak gerekir ki her koyun kendi bacağından asılır.

Kutuplaşmak yerine kaynaşmayı,ayrılmak yerine birleşmeyi daha yakın hissediyorum kendime.Şöyle bir bakın son yıllarda herkes rengini belli etsin,herkes bir taraf seçsin diye sürekli körüklenen bir toplum haline geldik.Oysa birlik kuvveti doğurur ve renklerin çokluğudur o resime can veren...

15 Şubat 2010 Pazartesi

St.VALANTİNE'NİN SÜRPRİZİ

Bir 14 şubat'ı daha geride bıraktık herkese geçmiş olsun.Masrafın tavan yaptığı bugünü eğer sevgilinizin istediği gibi onu memnun ederek bitirebildiyseniz ne mutlu size,artık en birinci sevgili sizsiniz!!! taa ki bir yıl sonra aynı güne kadar.
Çiçekler,yemekler,gece bir yerlere gidip birşeyler içmeler hepsi ''ben seni çok seviyorum''kelimesini anlatabilmek için bir gösterge halini almış.Tıpkı anneler günü,babalar günü
falan filan gibi.Ticari amaçlar için kullanılan her şey iki katı;çiçeği bırakın sapının bile parayla olduğu kısacası elinize aldığınız herşey değerinin çok üzerinde sevgililere(özellikle erkeklere)tabiri-i caizse kapak yapılan bir gün.Oysa St.Valantine bunlar için değil,aşıkları gizlice evlendirdiği,onları kutsal gönül bağıyla birbirine bağladığı için öldürülmemiş miydi?

Ben birlikteliklerin başladığı günleri değerli sayarım.İnsanların karşılaştığı,o ilk bakışın,o ateşin ilk yandığı günü mucize olarak görürüm.Altı yedi milyar insanın yaşadığı bu dünya üzerinde onlarcası,yüzlercesi hatta binlercesi dururken onu bulabilmek ve hayatının bundan sonrasını onunla paylaşmayı göze alabilmek için atılan ilk adım olduğu için o günler beni daha çok etkiler.İşte bu yüzden herhangi bir duygum yoktur 14 şubatla ilgili ve yıllarca sadece sevgililerim önemsediği için onları kırmamak adına kutladım bugünü.

İki yıl önce sahne programı için gittim Kuşadası'na sonra oradan bir görüşme için İzmir'e geçtim.Randevumu aldığım yere tam saatinde ulaşmak için adresi almak adına telefon ettim gideceğim yere,sekreter hanımdan yeri tarif etmesini istedim.''Bir dakika'' diyerek beni Müdürüne bağladı.Sıcak bir ses kulağıma yayıldı ve adresi tarif etti ben sesin etkisi altına girdiğim için tam anlamadım nerede olduğunu karşı tarafta bunu farketmiş olacak ki''Ben size mesajla yerin adresini göndereyim'' dedi.Neyse uzatmayalım mesajda yazan yeri bir şekilde buldum ,zili çaldım sekreter hanım yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kapıyı açtı içeri girdim.Hemen haber verdiler geldiğimi.Müdür kapısı açıldı içeriden biri çıktı elini uzattı''Hoşgeldiniz'' dedi sıcak bir sesle elini sıktım ama uzun kaldı ellerimiz bir tokalaşma değildi sanki ne kadar öyle kaldığımızı bilmiyorum.Kendime geldim ve gösterilen yere oturdum birbirimize öyle baka kaldık yıllardır tanıyordum sanki onu hiç yabancı gelmiyordu yüzü sanki hep benimleydi bu duyguyla görüşmeyi tamamladım çıkarken yine eline uzandım yine tokalaşmanın süresini aşan bir durumla bir süre öyle kaldık hiç bir şey söyleyemedim çıkarken sadece saygımı korumaya çalışıyordum hepsi o yoksa sarılıverecektim ona orada.

Dışarı çıktım nedensiz bir şekilde büronun camına baktım o da ne!!! orada bana bakıyordu arkamdan.Elimi kaldırdım,farkında olmadan el salladı insan neden iş görüştüğü birinin arkasından bakıp el sallasın ki? bende bugüne kadar hiç böyle bir şey yapıp el sallamamıştım kimseye oysa.Karışık duygular içinde beni bekleyen araca bindim program için otele döndüm akşam sahneye çıktım ama ayaklarım yere basmıyordu çok olmuştu böyle bir duyguyu yaşamayalı sonra ondan kalan bir şeyi hatırladım odama çıkınca adresi yazdığı mesaj duruyordu telefonumda şöyle bir okudum ondan gelmiş olmasından mutlu olarak.Sonra tarih dikkatimi çekti 14 ŞUBAT yazıyordu birden irkildim sen misin o güne inanmayan!!! al sana der gibi duruyordu orada işte.

Aşıkların günü denilen o gün bizim tanıştığımız gündü ve aşık olmuştum St Valantine görevini tamamlamış iki kalbi kendi gününde birleştirmişti,İnsanların herşeyi ticarete döktükleri için uydurulmuş günlerden biri olduğuna inanan benim gibilere inat ve sanki''Hayır benim yaptıklarım doğruydu bu ruha inancını yitirme'' dercesine .Onunla paylaştığım her günü yeni bir gün heyecanıyla yaşıyorum şimdilerde ve yüzüne her baktıkça aşıklar gününe biraz daha fazla inanıyorum artık ve teşekkür ediyorum yüce yaratıcıya onu bana eş yaptığı için....

11 Şubat 2010 Perşembe

BİR TÜKÜRÜK HADİSESİ

İnternette en fazla izlenen ve show programına konuk olan öğrenci küçük kızı hepiniz seyretmişsinizdir sanırım.İşin mizahi boyutu belki herkesi güldürmüştür ama hiç yüzüne dikkatli baktiniz mi ? O küçüğün sözlerindeki öfkeyi farkettiniz mi? Evet minik bir ağızdan çıktığı için belki komik gelebilir hepimize ama hiç de şaka yapmıyordu o.Bunları söylerken içinde yanan kocaman ateşi yüzümüze haykırıyordu adeta.

Öyle bastırılmış duygular beni hep korkutmuştur.Böyle büyüyen biri ileride gücü eline aldığında nasıl bir kişiliğe dönüşecek diye hep düşünürüm genel olarak.Büyüdüğünde sert bir yapıya sahip olur,çünkü küçükten kavrulmuştur yüreği.

Babasının ne kadar zor şartlarda çalıştığı,annesinin nasıl evi ayakta tutmak için çabaladığını gördükçe daha da katılaşır.Belki utancından devlet büyüğünün önünde sessizce duruyordu, başı önde ama yüzüne bakınca anlıyordunuz eline verilen ufak hediye torbalarının onu ikna etmediğini ve konuşsa ağzıdan kalıbına tükürmekten de daha ağır sözlerin çıkacağını...

Sınıfındaki videoda gösterdiği yırtık ayakkabısına,alamadıklarına,giyemediklerine,
yaşayamadıklarına isyan vardı sözlerinde.Aslında hayatın adaletsizliğine isyandaydı ve tabii bu durumdan kurtulmanın yolunun çalışmaktan geçtiğini biliyordu ya da öyle sanıyordu;derslerinde başarılı olan herkesin ilerde büyük adam olacağı öğretilmişti ona;oysa hayat derslerinde başarılı olanları bile nasıl eziyordu bunu daha bilmiyordu.

Okul okumanız yetmez!! Hangi okulda okuduğunuz sorulur işe girerken.Bırakın başka okuldan mezun olmanızı,istedikleri bölümü bitirmiş bile olsanız,okul isimleri önemlidir onlar için.Sizi tercih ederlerken o okul eğer istedikleri gibiyse, bu sefer liseyi nerede bitirdiğinize bakarlar.Eğer özel bir kolejde okumuşsanız bir üst sırayı kapmışsınız demektir, diğer başvuruların içinde.
Tabii dil önemlidir!! Bir tane bilmeniz sıkıntı yaratır.İki tane daha şık gözükür, üç dil biliyorsanız tadınızdan yenmezsiniz onlar için.
Sonra tecrübe önemlidir!! Saçma sapan bir iş için bile beş senelik iş deneyimi isterler ve bunların hepsi için bazen yirmibeş yaşını geçmemiş olmanız gerekir.Özellikle bir erkek için askerlik dahil hiç kalmadan okusa bile yirmibeşinde bunların hepsini nasıl yapabileceğini bilmeden isterler.Oysa bu donanımları çalışanlarında ve müdürlerinde görmek isteyen patronların çoğu ilkokul bile bitirmemiştir. Ama olsun onlar yine de isterler kendi egolarını tatmin etmek için..

Şimdi gelin çıkın işin içinden..Hiç okumadan ne iş olsa yapıp oraya buraya çarpa çarpa büyüyüyerek bir şekilde patron mu olsak;yoksa okullarda dirsek çürütüp böyle patron olmuş kişilerin çalışanı mı? Sanırım en iyisi biz de o küçüğün öfkesine uyup böyle yaman çelişkinin kalıbına tükürelim gitsin...