13 Ocak 2010 Çarşamba

''EV''


Yaklaşık bir hafta önce, bir dostum evine davet etti. Arabaya atladığımız gibi yola koyulduk. İstanbul'un büyükşehir olduğunu biliyordum da bu kadar genişlediğinden haberim yoktu.

Anadolu Yakası'nda Çekmeköy benim için son noktaydı ama Taşdelen sapağından sonra gerçekten gözlerime inanamadım; gecenin karanlığında geçtiğimiz yolun kenarlarında muhteşem evlerin silüetleri bile, beni hayran bırakmaya yetti kendilerine. Aman ne villalar,ne çiftlik evleri yapılmış oralara derken, etraf iyice sessizleşti ve yıldızlar gökten düşecekmiş gibi yakın gözükmeye başladı.Bilirsiniz şehrin ışıkları ne kadar az olursa yıldızlar size o kadar yakın gözükür.Oradan anladım çok uzaklarda olduğumuzu ama şaşırtıcı olan buralara da İstanbul denmesiydi. Uzakları yakın eden insanoğlu, burada da bilgisini konuşturmuş, yaptığı yollar sayesinde uzakları yakın edivermişti işte.

Bir süre sonra hani Amerikan filmlerinde gördüğümüz kasaba girişleri vardır ya; tahta tabela üstünde yerin adı yazar, aynı şekilde düzenlenmiş bir tabela bizi karşıladı. Kendimi o filmlerden birinde hissettim.İlerledik ve köyün çıkışına doğru bir demir kapı göründü.Yavaş yavaş açılan otomatik kapı durduğunda, yüksek duvarların arkasında gizlenen o muhteşem yapı, tüm haşmetiyle karşımızdaydı.Bahçe girişinde küçük bir otoparka parkettik araçlarımızı ve içeri girdik.

Şöyle etrafıma bakınca, kocaman taşların oluşturduğu, country tarzı yapılmış bir ev olduğunu farkettim.Mütevazı bir giriş kocaman bir salona bağlanıyordu koridorla ve salonun ucundaki kapı,kenarlarını küçük çam ağaçlarının süslediği büyük bir havuza açılıyordu.Salonda yanan şömineden gelen odunların çıtırtıları, çocukluğumdaki sobalı evimize götürdü beni.Orada da odun kokusu evi sarar anneannem ''yine tüttü bu soba Burhan bey''diyerek dedeme hafifçe kızardı bacayı temizletmediği için.Şöminenin başına konmuş rahatlığı oturmadan da anlaşılan büyük koltuğa kendimi bıraktım.Oturduğum yerden üst kata çıkan merdivenler gözüküyordu; belli ki ev tahminimden daha büyüktü.Odalar, banyolar falan filan...

Sonra hepimizin nerelere ev dediğimiz aklıma geldi.Kimimiz tek odalı gecekondulara,kimimiz bir apartman dairesine,kimimiz bir çiftliğe kimimiz de saray yavrularına aynı ismi veriyoruz ''EV''... ne garip değil mi?

Hepimiz kendimizi güvende ve mutlu hissediyoruz yaşama alanımızın büyüklüğü ne olursa olsun o, ''ev'' dediğimiz yerde. Büyüklerimizin bir sözü vardır; ''insan kirli yatağını arıyor'' diye çok doğru bir söz bence. Nereye ev diyebiliyorsanız orayı özlemek ve sahip çıkıp, devamlılığını sağlamak insanı mutlu etmeye yetmeli.Gece eve dönmeyi hayal etmek bile yüzünüzde bir gülümseme yaratıyorsa önemli olan budur.

Şöyle bir hatırlayın çocukken koltukların yastıklarını indirip yerde kurduğunuz ''evde'' ne kadar mutlu olduğunuzu... Ya da arkadaşlarınızla bahçede oynarken ağaç üstlerine yaptığınız küçücük yerlerde saatlerinizi nasıl geçirdiğinizi... Evi ev yapan ne taşı ne de duvarıdır aslında,içindeki huzurdur...

Varsın tek odalı olsun ya da koca bir malikhane içinde mutluluğu bulabiliyorsanız işte ''EV'' orasıdır aslında...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder